MEDYANIN YOZLAŞMADAKİ ROLÜ VE TÜRKÇE

21. yüzyıl iletişim ve bilişim çağıdır…

Daha doğrusu, yaşamlarımızı yönlendiren ve değişime tâbi tutan ana öge, iletişimde ve bilişimde yaşanan devrim niteliğindeki teknolojik cihazların keşfidir.

Belki burada yaşamlarımızı dönüştüren ve değiştiren, öte yandan yaşam kalitemizin gelişmesine aracılık eden bu teknolojik uygulamalar ve cihazlar…

Hem sosyolojik temelde…

Hem de bireysel temelde…

Sorunların “içinde bulunduğumuz çağ” itibariyle ana nedeni olmakta/olabilmekte.

Eskiden, teknolojinin hem “devasa boyutta” nicel ve nitel yönüyle yaşamlarımızı sarıp sarmalamadığı dönemlerde; gazete, gazetecilik, televizyon, televizyoncu, bu minvalde daha sınırlı bir boyutta idrak edilen olgular, toplumsalın ve bireyselin biçimlendirilmesinde rol oynarlardı.

21. yüzyıl- milenyum çağı- bilimsel ve teknolojik faaliyetler neticesinde; insanların yaşamlarını pratikleştirirken, kolaylaştırırken, zamandan ve mekândan soyutlanmasına aracılık ederken, yanisi bir devrime sebebiyet verirken…

Eskinin toplumsal karakteristiği olan tutum, davranış, hareket, duyuş; kitap okumak, yüzyüze ilişkiler, sosyalleşme (cemiyete karışma), birebir temas hâlinde olma ve benzeri birçok şey, dijitalleşmenin kurbanı oldular.

Tabii ki ben bu alanlarda “nokta tespit yapabilecek” uzman bilirkişi değilim. Ama, hanisi bu el kadar diye tabir ettiğimiz cep telefonlarıyla beraber tablet ve laptop gibi cihazların, neredeyse bedenimizin bir uzvu gibi hayatlarımızda “yer edinmesi”, esaslı olarak değerlendirilmesi ve sorgulanması gereken meselelerdendir ve geçiştirilemez. Pekâlâ, her yenilik toplumların ve tekil olarak insanların yaşamlarında müspet ilerlemeler ve kolaylıklar sağlarken, bunun uzun dönemli menfi tesirleri de zuhur etmekte.

***

Benim burada dikkat çekmek istediğim husus…

Kitle iletişim araçlarının yaşamlarımız üzerindeki “reddedilmeyecek düzeylerdeki” yozlaşmayı arttırıcı payı ve rolü. Evet, her yenilik ve buluş mutlaka insanlığın/insanların iyiliğine, mutluluğuna ve daha konforlu bir yaşam sürmelerine adanarak, insanlık ailesine sunulur.

Ama işte ya sonrası?

Bu buluşların; kâh yozlaşmadan kâh bizzat yozlaşmanın başat ajanı olarak rol almasından dolayı, toplumsal ve bireysel dejenerasyonlar ve yıkımlar görünmeye başlar.

TÜRKÇE…

ANA DİLİMİZ… Gerçekten de ana dilimizi gün geçtikçe daha da dibe sürüklüyoruz. Devrim niteliğindeki gelişmelerden ötürü, medya denen bir olgunun nerede başlayıp nerede sonlandığı, sınırlarının bilinememesi, insanların hem iletişim hem de bilişim reflekslerinde otomatikleşmesi…

Türkçede yetkinliğimizi, gözlemleyebildiğim kadarıyla yitiriyoruz. Evet, millet olarak belki eskiden de Türkçe’nin hakkını vererek konuşamıyor ve yazamıyorduk. Ama eskiden kanımca, ne telefon denen ne de tablet/laptop denen bilişsel yeteneklerimizi körelten bu buluş ve uygulamaların da esiri veya gönüllü âşığı idik.

Gerçekten de yıllardır gözlemliyorum. Öte yandan dilimiz adına dertlenen bilim insanlarının, dil uzmanlarının, bir anabilim dalında yetkin olan insanların neşrettiği makalelerini ya da kitap formundaki yazılarını okuyor ve ben de yaşanan/yaşanmakta olan Türkçe özelindeki vahamete üzülmekte ve yine buna elimden geldiğince dikkat çekmeye çabalıyorum.

Özellikle… Sosyal medya denen mecralardaki dil kullanımının, tercih edilen üslûbun hem geldiğimiz vahamet düzeyi açısından hem de gelecekteki yozlaşmanın nerelere kadar uzanacağı bağlamında, birçok işaretler barındırması…

Türkçe-anadilimiz- hakkında dertlenen insanları daha da bu hususlara eğilmeye yönlendiriyor. Gerçekten de kâh Türkçeyi kullanma tercihlerimiz, bol bol İngilizce-Tarzanca kelimelerle hercümerç olmuş cümleler kâh üşengeçlikten kaynaklanan acayip kısaltmalar, bazen siz de rastlıyorsunuzdur, kullanılan kısaltmadan onun ne demek olduğunun çözümlenemediği durumlara…

Velhâsıl… Türkçemiz, başlı başına “dertlenmemiz” gereken alanların en başında gelmelidir.  

BELEDİYELER

EKONOMİ