GİDEMEDİĞİMİZ YERLERE YOLCULUK

“Beni sahile bağlayan ipi koparsam deniz olacağım, fakat kopmuyor işte. Şu raf raf kitaplar bana o ipi koparmak ilmini daha öğretemedi.” Semiha Ayverdi’nin Ateş Ağacı’nda yazdığı bu söz muhtemelen her insanın içine düştüğü ruh haline örnektir.

Hepimiz yaşarız zaman zaman bu hissi. Belki şu günlerde daha da çok yaşıyoruz. Sıkışmışlık duygusu. Gitmek… Öyle her şeyi geride bırakarak, uzun bir yolculuk ya da dönüşü olmayan bir yolculuk.

Gitmek; belki başka bir ülkeye, belki de küçük bir sahil kasabasına, dağlara… En çok dile getirilen, küçük bir sahil kasabası ya da uzaklar…

Oysa sahil kasabasındakiler de gitmek ister. Yerin önemi yoktur aslında. Yanına kendinden başka bir şey almadan, bir başına sorumluluklarından sıyrılıp, kanat çırpmak.

Ancak istemek başka, gerçekleştirebilmek bambaşka.

Bazen düşünürüm. Giden mi şanslı, yoksa kalan mı? Bir tarafta sorumluluklar; iş, güç, aile, çoluk çocuk, güvende olma duygusu… Bizi gitmekten alıkoyan ve çoğumuzun cesaret edemediği yaşamımızdaki en önemli nedenler… Aslında en kötüsü de alışkanlıklarımız, bulunduğumuz yerin konforu, bu alandan çıkamamak. Her şeyi yüz üstü bırakıvermeyi göze alamıyoruz. Kalıyoruz…

Sorumluluklarımız, prangalarımız bizim. Birçoğu kendi icadımız, esaretlerimiz… Bunlar olmadan da yaşanmaz ki. En nihayetinde bu dünyaya ait canlılarız. Yeşerip budaklanmak için kök salmalıyız. Evlenip çocuk yapmalı, sonra bir çocuk daha, onların okulları, borca girip, ödemeler… Saksıdaki çiçek bile bizi gitmelerden alıkoyabilir çoğu zaman.

Hepimiz biliyoruz ki büyük şehirlerde daha çok yaşanır bu sıkışmışlık hissi. Günübirlik gitmeler bile iyi gelebilir insana. Gitsek bir zaman, özlesek köklerimizi…Belki de köklerimizi özlemeyi istiyoruzdur kim bilir…

Yaşadığımız şu salgın dönemi; nereye gitsek, sıkıntımızı götürecek gibiyiz. Derdimiz sadece hayatta kalmak. Sıkışıp kaldık dünyanın içerisinde her birimiz. Eski gitme isteklerine benzemiyor bu. Nefes almanın bedeli ağırlaştı.

Salgın mı yapıyor bize bunları? Yoksa içinde bulunduğumuz kış aylarının soğuk, sisli, umutsuz havası mı?

“Nasıl bir his biliyor musun? Oda çok geniş ama sığamıyorsun, bak kapı orada ama çıkamıyorsun, pencere açık ama nefes alamıyorsun.” Diyor, Cemal Süreyya. Tam da bu zaman da gitmek, bir şehirden, bir aşktan, bir fikirden…

Şems-i Tebrizi’nin şu sözü de cesaret verici değil de nedir? “Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını.”

Bahar gelecek; güneş yüzünü gösterdiğinde, salgın bittiğinde o muhteşem gitme isteği kalmayacak mı? Bence kesinlikle daha fazla olacak. Hayallerde bile güzel o istek.

Duygularının peşinden gidebilenler; zaman ve keyif problemi olmayan çok az bir kesim, cesareti olanlar için güzel bir deneyim şüphesiz. Ne kaybedeceğimizi bilir, çekiniriz. Ancak ne kazanacağımızı bilemeyiz. Konfor alanımızı sever, uzaklaşmak istemeyiz.

Ben de gitmedim hiç.

Merak ediyorum; bu bahar kimlerin adımları hayallerinin rüzgârına kapılıp, “başka” yollara düşecek?

BELEDİYELER

EKONOMİ