Elli yıl sonra ilki geçen yıl Afyonkarahisar’da gerçekleştirilen Milli Sinema Günleri’nin ikincisi, geçtiğimiz hafta üç gün boyunca İstanbul’da yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü himayesinde, Uluslararası Sinema Derneği tarafından düzenlenen etkinlikte, Milli Sinema’yı temsil eden filmlerin yanı sıra, “Yerli Sinemada Dil Arayışları”, “Yolumuzun İşaret Taşları”, “Dizilerin Cenk Meydanı”, “Sinemamızın Çizgi Film Macerası” gibi söyleşiler yapıldı.
Bu yıl ikincisi düzenlenen "Milli Sinema Günleri" kapsamında yapımcı Ali Osman Emirosmanoğlu'nun sinemaya bakışı ele alındı."Yolumuzun İşaret Taşları" program serisi kapsamında Sevda Dursun'un başkanlığında gerçekleşen programda, yapımcı Orhan Bal, yapımcı Ahmet Edebali, gazeteci Gülcan Tezcan ve görüntü yönetmeni Çetin Tunca konuştu.
Çetin Tunca, Yücel Çakmaklı'nın, 'Türk sinemasında yeni bir şey yapabilir miyim?' heyecanı içindeyken Ali Osman Emirosmanoğlu ile tanıştığını belirterek, "Yücel Çakmaklı ile yeni bir yol oluşturup onun üzerine gitmek isterken aynı fikirde, düşüncede, heyecanda birbirlerini buluyorlar. Bu ilginç karşılaşmanın birliğinden hem güzel hem de yol açıcı filmler çıkıyor. İlk filmleri Şule Yüksel Şenler'in 'Huzur Sokağı' romanından uyarlanan 'Birleşen Yollar'. Bu film o devirde Türk sineması içinde ayrı bir yerde durarak yeni bir kapı açtı." dedi.
Yazar Gülcan Tezcan, "Yeşilçam'da dindar kadın prototipi çok yoktu. Müslüman kadın karakterler genelde mahalledeki teyze, köydeki kadın oluyordu. Şehirli modern dindar kadın görüntüsü sinemada yoktu. Kadınların köyden şehre geldiyse başörtüsünü çıkarması, modern giyinmesi, görünmesi ve o yaşam tarzına adapte olması gerekiyordu. Şule Yüksel Şenler zaten Müslüman kadın inşasında önemli rol oynamıştı. Burada Ali Osman bey bunu sinemaya taşıyıp etkisini artırarak, çarpan etkisi meydana getirdi. O dönem için de bu dönem için de çok cesurca bir şeydi. Bugün bile baş karakteri başörtülü olan bir film görmüyoruz." açıklamasında bulundu.
Orhan Bal, Ali Osman Emirosmaoğlu ile ilgili "Yaptıkları işi görünce kelimenin tam anlamıyla ağzım açık kaldı. Henüz Türkiye'de dijital anlamda bir şey başlamamışken bilgisayar kullanılarak animasyon üretiliyordu. Benim için bir yol ayrımı oldu ve çizgi roman ressamlığından çizgi film ressamlığına geçtim. Küçük bir ekiple bu kadar büyük bir işin yapılabiliyor olması beni çok etkilemişti. Televizyonda gördüklerimizden daha güzel, canlı, tatlı ve en güzel tarafı bize özgü, bizim hikayemiz ve karakterlerimiz işleniyordu. Bugün bir yapımcı olarak bunun iğneyle kuyu kazmak gibi bir iş olduğunu görebiliyorum." diye konuştu.
Ahmet Edebali, "Bu hayalleri kurarken 'Hay' filmini izledik. 5 yıl önce de bunu sinema filmi haline getirdik, farklı dil seçenekleriyle sunduk. Dünyanın her tarafından binlerce yorum ve geri dönüş aldık. Bu dönüşler hep 'Allah razı olsun' ile başlıyordu. O zaman fark ettim ki Ali Osman Emirosmanoğlu'nun yaptığı hiçbir işte para öne çıkmamış. Emirosmanoğlu, sinemada bir mücahitlik örneği sergiledi. Bu anlamda da nasıl yapımcı olunması gerektiğini kendisinden öğrendim." şeklinde konuştu.
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen "Yolumuzun İşaret Taşları: Ömer Lütfi Mete" başlıklı açık oturumu yöneten İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Dr. Coşkun Yılmaz, Mete'nin entelektüel ve münevver bir insan olduğunu söyledi. Ömer Lütfi Mete'nin kendine has üslubu, kişiliği ve yaklaşımı olduğunu dile getiren Yılmaz, "Sinema onun ayrı bir ilgi alanıydı ama sadece sinemaya hapsedilmeyecek kadar geniş ilgi alanı ve becerisi olan bir isimdi. Çok renkli bir kişilikti." şeklinde konuştu.
Ömer Lütfi Mete'nin evladı Ali Buhara Mete ise "Bir dizide oyunculuk yaparken adil ve kahraman olmak kolay bir şeydir ama gerçekte kahraman olmak zor bir şeydir. Ömer Lütfi Mete birçok insanın kahramanıydı ve ben buna tanıklık etmiş birisiyim. Adalet ve merhamet onun için çok önemli temalardı. Bunu senaryolarında görebilirdiniz. Yazdığı bütün eserler topluma ışık tuttuğu gibi bizim yaralarımızla, dertlerimizle de ilgiliydi. Hep bu sorunlara çözüm arayan bir insandı. Senaryoyu da bu şekilde kullandı. Yoksa aslında senaryo yazmayı çok asil bir sanat olarak gören biri de değildi. Senaryoyu bir geçim kaynağı olarak görse de bunu bir amaca, bir derde bağlamıştı. Bence burası da tabii ki çok kıymetli" dedi.
Gazeteci yazar Ahmet Tezcan, Mete'nin, hayatında gördüğü, mümin sıfatını kazanmış en samimi insanlardan biri olduğunu belirttiği Ömer Lütfi'nin, "Niye onun karakterleri, Kuşçu o kadar çok tutmuştur? Samimiyetinden dolayı. Bu samimiyetini gittiği her yerde, her insana hissettiren bir kişiliğe sahipti. Gerçekten olağanüstü derecede samimiydi ama bir aceleciliği, telaşı vardı, benim tabirimle, Ömer abinin ayakları bir yere girerken kafası dışarı çıkardı. O kadar hızlı çalışırdı. Çok işi bir arada yapabilen bir insandı. O dönemdeki nadir iyi Müslümanlardandı. Ömer ağabey, istisnasız herkesin muhteşem derecede hürmet ettiği bir insandı. En renkli simaydı. Niçin Ömer ağabeyin özelliklerini anlatıyorum? Çünkü Ömer ağabeyin senaryolarında yansıttığı insan karakteri, aslında doğrudan Ömer Lütfi Mete'nin kendisini yansıtır da ondan" ifadesine yer verdi.
Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezinde yapılan, Yerli Sinemada Dil Arayışları başlıklı konuşma, Abdulhamit Güler moderatörlüğünde düzenlendi. Konuşmacılar ise Mesut Uçakan, Sadık Yalsızuçanlar, Yusuf Kaplan, Selçuk Küpçük'ten oluştu.
Oturumda ilk sözü alan yönetmen Mesut Uçakan, "İlk çıktığımız zamanla şimdiki şartlar arasında farklar var. Bizim zamanımızdaki Türk sinemasında klasikleşmiş bir dil hâkimdi." dedi. "Özellikle 90'dan sonra Türk sineması festival ağırlıklı bir yapıya büründü. Sektör; festival filmleri ve ana akım filmcilik olarak ikiye ayrıştı. Elbette her ikisinin de anlatım dili çok farklı. Festival filmlerinde yönetmen sineması daha ağırlıklı oldu." dedi.
Sadık Yalsızuçanlar, "Filmlerin evrensellik sorunu var. Buradaki evrenselliği Batı merkezli olarak algılamamak gerekir. Ben daha nesnel bir yerden bakıyorum. Doğu geleneği Batı'dan daha farklı bir drama geleneğine sahip. Bizde bu iki bakış harmanlandığında ise ortaya farklı bir şey çıkıyor fakat özgün değil." dedi.
Prof. Dr. Yusuf Kaplan, "Türkiye'de Türk Sineması diye bir şeyden bahsedemeyiz. Türkiye'de iyi ve güzel yönetmenler var ama ne yazık ki harcandılar. Kendi kendilerini harcadılar. Kısa vadede karamsarım ama uzun vadede ümitliyim." sözlerine yer verdi.
Yolumuzun İşaret Taşları başlığında, bu akıma önemli katkılar sunan Ömer Lütfü Mete'nin yanı sıra, Ali Osman Emirosmanoğlu ve Mesut Uçakan sineması örnekleri de ele alındı.
Milli Sinema Günleri'nde "Dizilerin Cenk Meydanı" oturumunda ele alındı. Rami Kütüphanesi'nde oyuncu Ali Nuri Türkoğlu'nun moderatörlüğünde gerçekleştirilen oturumda, yapımcılar Kemal Tekden, Cemil Yavuz, Halis Cahit Kurutlu ile yönetmen Nazif Tunç yer aldılar.
Kemal Tekden, "Büyük bir riske girerek ama bir yandan da hayatımızın fırsatı diyerek Diriliş Ertuğrul'a başladık. ABD'nin gücünün iki sebebi var. Birincisi beyin göçü ikincisi de Hollywood'dur." dedi.Yapımcılığın bir kazanç alanı değil de hizmet kapısı olması gerektiğine dikkati çeken Tekden, şunları kaydetti:"Diriliş Ertuğrul bütün dünyada izlendi, hala tesiri devam ediyor. Özgüvenle iş yaptığınız zaman Allah'ın da desteğini görüyorsunuz, toplumda da karşılık buluyor. 'İnandığımız değerlere ve ülkemize hizmet etmek için en yüksek ne yapabiliriz?' düşüncesinin peşindeyim. Ben bu yolda gayret eden bütün arkadaşlarımı tebrik ediyorum. Bu millete kim bir adım giderse o millet koşuyor. Bizim kültür ve medeniyetimiz muhteşem... Neresinden alırsanız çok güzel mesajlar verirsiniz. Yeni nesillerin ufkunu açan ve dünyaya mesaj veren yapımlara ihtiyacımız var." şeklinde konuştu.
Yapımcı Cemil Yavuz, sektöre çekirdekten başladığını belirterek, "Bir şeyi başarmayı istiyorsanız çalışacaksınız. İstediğiniz kadar yetenekli olun, çalışmadan olmuyor. Bizim sinemamız da bu anlamda pamuklara saracağımız insanlarla doludur. Türk sineması televizyonun yaygınlaştığı dönem de bir krize girmişti. O krizden çıkmıştı, bu krizden de çıkacaktır. Sinemayı 15-25 yaş arasına mahkum edince hiçbir misyon filmi yapılamaz. Yapımlarımızda birtakım problemler var. Asıl problemimiz içerikten ziyade biçim problemi, çünkü biçim içeriğe baskı yapıyor. Bizim sinemanın dilini yeniden geliştirmeye ihtiyacımız var. Yeni dili inşa edecek ciddi bir çalışma yapmak lazım. Yeniden bir sinema dili kurmak için birilerinin ön ayak olması lazım." değerlendirmesinde bulundu.
Yapımcı-Yönetmen Nazif Tunç'da milli sinema şuurunun 1970'li yıllarda birkaç yapımla ortaya çıktığını belirterek, "Milli sinema alanında asıl devrim ekranlarda gerçekleşti. 1980'li yıllarda bir TRT bu ülkenin tarihinden kaynaklanan birtakım senaryolara yer verme kararı aldı. Neredeyse 40-45 yıl geçmiş olmasına rağmen hafızamızda olan büyük diziler TRT'de oynadı." ifadesinde bulundu.
"Dizilerin Cenk Meydanı" oturumuna dinleyici olarak katılan yazar Mustafa Kutlu "Bu iş pahalı bir iş, yatırım yapmak lazım. Filmlere verilen desteklerin yetersizliği sinemacıların vazgeçilmez konusu. Fakat sorun sadece para mı? Bugüne kadar ara eleman yetiştirilmediği, ışıkçı, sesçi, montajcı, kostümcü hatta oyuncu bile bulmakta zorlanıldı. Hem herkesin yapımcı olmak istediği konuşuluyor hem de sermayesini ortaya koyarak film çeken yapımcı eksikliğinden söz ediliyor. Milli sermaye henüz sinemayı keşfetmedi ama milli bir sinemanın gelişmesi için bundan başka çare yok gibi gözüküyor. Milli sinema ilk açık oturumunu biz yaptık bundan yarım asır önce. 1973'te, Halit Refiğ ve Metin Erksan da katılmıştı. 50 sene sonra yeniden milli sinemanın konuşulması benim için de farklı oldu."Sinema dili geliştirilmesi konusunda görüşlerini paylaşan Kutlu, İran sineması örneklerine dikkati çekti:"İran sineması çok gelişti, Humeyni sinemayı destekledi. 'Senaryolarınızı getirin söylediğimiz kriterlerin içerisindeyse destekleyeceğiz' dediler. Bizde hep şikayet ederler: 'Efendim sansür var, şunu yapamıyoruz, bunu yapamıyoruz' diye. İran'da sansürün kralı var ama adamlar öyle filmler yaptılar ki dünya çapında oldu. Demek ki bu iş yapılamayacak bir şey değil. Bu işe gönül vermiş iş adamların sayısının çok olması ve meslek olarak benimsenmesi gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.
İSTANBUL (UHA) - ÖZKAN KARACA
SON YAZILAR